Yalnızlık Nedir?
Yalnızlık Nedir?
Yalnızlık, kişinin fiziksel ya da ruhsal anlamda kendini tek başına,
kimsesiz, desteksiz, korunaksız, sevgisiz hissetmesi, kendisine değer veren,
kendisini anlayan, onaylayan, koruyan, kendisinin paylaşımda bulunduğu kimsenin
fiziksel olarak olmaması ya da kişinin ruhsal anlamda böyle hissetmesi
durumudur.
Sosyal Yalnızlık
Sosyal yalnızlık, bir tek başınalık durumudur.
Ailesini kaybetmiş birinin yalnızlığı, yeni bir yere taşındığında henüz burada
yakın ilişkilere sahip olmayan birinin yalnızlığı, hastalık, engellilik ya da
yaşlılık nedeniyle hareket imkânı kısıtlanan birinin sosyal hayata yeterince
katılmamasının getirdiği yalnızlıklar, sosyal yalnızlığın tipik örnekleridir.
Sosyal yalnızlıkların bir kısmı durumun düzelmesiyle bir kısmı da alınacak
tedbirle çözülebilecek yalnızlıklardır. Sosyal düzeneklerde bu bireyler için
tedbirler alınması özellikle engelli, hasta ve yaşlı bireyler için uygun destek
mekanizmalarının kurulması bu yalnızlık türüyle başa çıkmanın en önemli
yoludur.
Duygusal Yalnızlık
Yalnızlık hissi, her zaman dışardaki şartların
bir sonucu olarak gerçekleşmez. Kişiliğimizdeki çekingenlik, sosyal iletişimden
kaçınma davranışı başka bir deyişle sosyal anksiyete sosyal ilişki ağlarında
uzaklaşmamıza ve yalnız hissetmemize neden olur ki bu aslında sosyal yalnızlığa
dönüşür. Kişi çok fazla insanla iletişimde olduğunda da yalnızlık hissi var
olabilir. Bu durumda yalnızlık hissi, güçlü bir duygusal bağın eksikliğinden
kaynaklanır.
Duygusal yalnızlıkta, kişi kalabalıklar içinde
yalnız olduğunu ifade eder. Etrafı kalabalıktır ve kalabalık kelimenin birincil
anlamındaki kalabalıkla eşdeğer bir anlam taşır. Etrafındaki insanlarla
nitelikli bir bağ kuramadığından bu insanlar, kişi için sadece kalabalıktır,
hatta belki kalabalık kavramı daha az yoruculuk içerir. Kendisini anlamadığına
inandığı insanlarla iletişim halinde olmak bir stres ve yorgunluk kaynağıdır.
Burada birey diğer insanlarla anlamlı ilişkiler kuramaz, kurduğu bağ onun
ihtiyaçlarını giderecek kadar derin ve güçlü bir bağ değildir ya da derin ve
güçlü olduğunda da ilişki temel dinamiklerinin tabiatına uygun değildir. Kişi
bağlanmak konusunda yüzeysel bir tavır takındığında, en derinde samimi bir bağ
kurma ihtiyacı hala orada durmaktadır. Kişi bazen de çok derin bir bağ kurar
ancak bu bağ, kişinin kendisini yaşamasının önüne geçecek bir bağımlılığa,
sürekli bir onaylanma ve kabul edilme isteğine, terkedilmemek adına verilen bir
mücadeleye dönüşebilir ki burada sağlık bir bağ kurmaktan uzak olunduğunu
görürüz. Gerçek bir ilişkide kurulan bağ kişinin kendisinin ve karşısındakinin
şahıs olarak orada bulunmalarını temel koşul olarak kabul eder ve bunun üzerine
inşa edilir.
Bağlanma ve Yalnızlık
Yalnızlık kavramının da tüm insani kavramlar gibi
çocukluğumuzla yakın bir ilişkisi vardır. John Bowlby’in bağlanma kuramı
güvensiz bağlanma yaşayan çocukların hayatının ileriki dönemlerinde ilişki
kurmak ve sürdürmekle ilgili problemler yaşadığını dile getiriyor. Bu çocuklar
diğer insanlar tarafında itici kabul edilen davranışlar göstererek diğer
insanlar tarafından dışlanırlar ve içlerinde var olan yalnızlık ve değersizlik
hissini pekiştirirler, bu durum hem onların kendilerine güven duymamalarına hem
de diğer insanlara güvenmemelerine neden olur. Geçmiş ve bu gün, birbirini
sürekli besleyen bir kısır döngü oluşturur. Bu durumun değişebilmesi, kişinin
yaşadığı yalnızlığın nedenini fark ederek çözüm aramasıyla aşılabilir.
Olumlu ve Olumsuz Yalnızlık
Yalnızlığın içsel ve dışsal nedenlerden
kaynaklanabileceğine değinmiştik. Bu nedenlerle başımıza gelen şeylere nasıl
anlam verdiğimiz, bu anlamla beraber nasıl davrandığımız hayatımızın yönünü
belirler. Yalnızlığı, başımıza gelmiş bir bedbahtlık olarak algıladığımızda,
kendimizi kurban psikolojisine sokarak içinde bulunduğumuz yalnızlığı derinleştiririz.
Oysa bizler, düşünebilen ve eylemde bulunabilen canlılarız. Evet, yalnızlık
hissi çok acıtıcıdır, bazen bu acıya kendimizi kaptırmak da çok olasıdır, ama bir
noktada ne yapabilirim diye sormak önemlidir. Tam bu noktada yalnızlığa olumlu
bir bakış açısı radarımıza girmiş olur. Burada yalnızlığı; kendimizi,
insanları, hayatı tanımak için Stoacıların da dile getirdiği gibi bir fırsata
çevirebiliriz. Bu süreç, bazen uzun ve meşakkatli olabilir. Bir bardağın su
damlalarıyla yavaş yavaş dolması gibi, bazen son bir damla bardağı taşırır,
eşiği aşırır, bir bakmışız artık yalnız hissetmiyoruz. Bu yolculukta yalnız da
olmak zorunda değiliz ayrıca. Bir uzmandan yardım alarak bu süreçte yoluculuğumuza
eşlik edecek biriyle daha zevkli yol da alabiliriz.
Varoluşsal (İçsel) Yalnızlık
Varoluşsal Yalnızlık türünü duygusal yalnızlıktan
ayıran önemli bir özellik var; ilişkiler iyi, iletişimle ilgili bir sıkıntı yok
ama koca bir boşluk ve bunaltı insanın zihnini esir alır. Burada asıl mihenk
taşı kişinin hayatı ve hayatını anlamlı bulamaması, kim olduğunu ve hayatı
sorgulamasıdır. İçsel yalnızlık, anlam arayışıyla ortaya çıkan bir
yalnızlıktır. Kişi hayata ve kendi hayatına anlam ve değer katmaya başladığında
bu yalnızlık yerini huzura ve sükûnete bırakır. Varoluşsal yalnızlığı bir süreç
olarak düşünmek daha uygun olur. Bu sürecin ne kadar süreceği kişiden kişiye
değişiklik gösterir. Kimi zaman, ara ara kendi gösteren bir yapıyla zaman
içinde kişinin anlam arayışını sürdürerek kendine bir yol bulmasını sağlar,
kimi zaman da kısa bir dönemin ardından gelebilir. Ancak bu buhran içinde
kaybolmak da olasıdır. Bu süreçte buhrana kendini bırakmak yerine araştırmacı
bir tavır, kişinin benzer durumları yaşayan insanların bu süreci nasıl
atlattığına ilişkin bilgiler edinmesi öngörü geliştirmesini sağlar, kişi aldığı
bilgiler ışığında kendi ruhunda bir senteze ulaşarak kendi hayat anlamını
oluşturur.
Ergenlik Dönemi ve Yalnızlık
Ergenler; günümüzde eski dönemlere oranla daha
çok düşünce, yaşam tarzı ve inanç sistemleri ile karşılaşır, kendini bulmaya ve
kişiliğini netleştirmeye çalıştığı bu dönemde ailesinden gelen yerleşik
değerleri sorgulama eğilimi, yine doğal çevresindeki hâkim dünya görüşünü
sorgulama yoluna gidebilir ve bu süreçte kafasını netleştirememek,
anlaşılmadığı hissini, kafasını netleştirdiğinde seçti hayat görüşü çevresinin hâkim
anlayışıyla bağdaşmadığında da yine anlaşılmadığı bir çevrede olduğunu
düşünerek yalnızlık hissiyle tanışacak ve kimlik bunalımından sonra yalnızlık
hissiyle de başa çıkmaya çalışacaktır. Ergenlik sürecinde aile ve çevrenin
desteği, gencin varlığının kabul edilip onaylanması, kişinin yaşam tercihlerine
ve şahsiyetine saygı gösterilmesi bu sürecin en iyi şekilde atlatılmasına
yardımcı olur.
Yalnızlığımızın Tarihçesi
Yalnızlık hissini biz insanlar ne zaman konuşmaya
başladık. İlkçağ Yunan düşünürleri yalnızlığı olumsuz bir durum olarak
görüyorlardı. Yalnızlık kaçınılması gereken bir durumdu. Oysa Roma Dönemi
Stoacılığı; yalnızlığı kişisel gelişim açısından önemli ve olumlu bir durum
olarak nitelendiriyor, kişinin kendisini, hayatı ve ilişkileri anlaması ve
kendini tanıması için bir fırsat olarak görüyordu. Ortağa Çağa gelindiğinde ise
yalnızlık Tanrıdan kopan ruhların bu dünyadaki yalnızlığından kurtulmak için
Tanrıya ulaşacağı bir fırsatı anlatıyordu. Yalnızlık artık olumsuz nitelemeler
kadar olumlu anlamlar taşımaya başlamış oluyordu Stoacılık ve Ortaçağın dinsel
öğretilerinde. Bu iki sistemin tüm çağları bu yönüyle etkilediğini dile
getirerek hakkını teslim edelim. Modern dönemlere geldiğimizde yalnızlık artık
daha çok konuşulan daha çok tartışılan bir kavram halini alır. Zira modern
hayat bireysel çaba ve seçimler üzerine kurulmuştur. Feodal dönemin birlikte
yaşama ve fiziksel yalnızlığın bile kısıtlı olduğu, hane halkının üretimine
dayalı, sürekli beraber hareket etmek üzerine kurulu hayat, yerini meslek
seçiminin olduğu, çoğunluğun metropollerde kalabalıklar halinde yaşadığı, özel
hayatın ise çekirdek aile ve kimi zaman tek kişilik hane halkından oluşan bu
yapı içinde sosyal ağların farklılaştığı modern dönemin, bütün yükü bireylerin
omuzundadır artık. Seçimlerinin ve hayatının sorumluluğunu paylaşacağı kimse
yoktur. Başarısından da başarısızlığından da birey sorumludur. Hayatın tüm
zorluklarıyla tek başına mücadele etmek zorundadır. Seçilen hayatlar
birbirinden farklı, yaşanılan sorunlar birbirinden farklıdır, daha az sosyal
destekle daha çok şey başarmak zorundadır birey. Dolayısıyla daha çok yalnızlık
hissine de merhaba demek zorundadır ki bu yalnızlık bazen fiziksel bir tek başınalıkla
da el ele verip derinleşebilir. Modern toplum hızla değişirken hayatımıza
sosyal medya girdi önce. Kişiler yalnızlıklarını giderecek yeni araçlara
kavuştukları sanısına kapıldı. Oysa iletişim kurulan kişilerle beklentilerin
bambaşka olması, üst üste yaşanan olumsuz deneyimlerin kişileri umutsuzluğa
sürüklemesi, yalnızlığı azaltmak bir yana derinleştirdi. Sosyal medyaya
gereğinden fazla anlam yüklenmesinin bundaki payını da atlamamak lazım. Sosyal
medyadan umduğunu bulamayan kimi insanlar da yapay zekâ uygulamalarıyla sohbet
ederek yalnızlığını gidermeye çalışır oldu. İnsan için insan insana kurulan
organik bağı yeri doldurulamıyor. Sosyal medyanın da yapay zekânın da
yalnızlığı tek başlarına gidermeleri mümkün görünmüyor. Burada Aşk filminden
bahsetmeden geçemeyeceğim. Aşk filminde depresyonda olan Theodore, yapay zekâ
ile konuşmaya başlar ve aralarında bir aşk gelişir, çok iyi giden aşk
Theodore’ı depresyondan çıkarmasına çıkarır ancak firma yapay zekâyı piyasadan
çekince Theodore yalnızlığıyla tekrar yüzleşmek zorunda kalır. Yarattığımız
onca araca ve teknolojiye rağmen yalnızlık sorununu çözmek sanırım yine biz
insanlara kalıyor, en azından şimdilik.
Anlamlı bağlar kurup anlamlı ilişkiler ağıyla sarmalandığımız bir hayat
diliyorum…



.jpeg)

Yorumlar
Yorum Gönder